1980’li yılların sonundan beri bilim insanları Pasifik Okyanusu’ndaki bir balinayı izliyor. Bilim insanlarının yaklaşık otuz yıldır takip ettiği bu balina, diğer balina türlerinden çok daha yüksek bir frekansta ses çıkarıyor.
Yıllardır diğer balinalarla iletişim kurmaya çalışmasına rağmen kimseden yanıt alamayan bu balinaya bu özelliğinden dolayı dünyanın en yalnız hayvanı (52 Hertz balinası) deniyor.
Yalnızlık.
Ne kadar da çirkin bir kelime, değil mi? Yalnızlık artık çoğumuza utanılacak bir duygu gibi geliyor. Kimse yalnızlığı kabullenmek istemiyor.
Bilim insanlarına göre yalnızlık adeta bulaşıcı bir hastalık gibi; “yalnızlık salgını” modern dünyanın gerçeklerinden sayılıyor. Bize de bulaşır diye artık o kelimeyi duymaktan bile korkuyoruz.
Belki de bu yüzden çocuklarımızı odalarına göndermeyi ceza olarak görüyoruz ve kimsesi olmayan insanlara acıyan gözlerle bakıyoruz.
Ama sizce de yalnız kalmak ve yalnızlığı seçmek arasında bir fark yok mu?
Biz bu ikisini aynı şey gibi görüyoruz çünkü her iki seçenekte de insanın içinde bulunduğu durum değişmiyor. Yalnız başınıza zaman geçiriyorsanız doğal olarak yalnız oluyorsunuz. Ama aslında durum bu kadar basit değil.
Yalnız kalmak, hoşunuza gitmediği halde tek başınıza kalmak demektir.
Yalnızlığı seçmekse kendi isteğinizle yalnız kalıp bundan mutluluk duymaktır.
Konuya bu açıdan bakınca kendinizi ilginç bir paradoksun içinde bulabilirsiniz: Bu durumda yalnızlık konusunda kendinizi yeterince geliştirebilirseniz bir daha asla yalnız hissetmeyecek misiniz?
Bağlantı kurabiliyoruz ama yalnızlıktan kurtulamıyoruz
Telgraftan telefona, cep telefonundan internete bugüne dek icat edilen kültürel buluşların hemen hepsi bizi birbirimize yakınlaştırma amacını taşıyor. Günümüzde insanlar arasındaki bağlantı, altın çağını yaşıyor. Artık tek tuşa basarak okyanusları aşıyor, nerede olursak olalım istediğimiz kişiyle istediğimiz zaman konuşabiliyoruz.
Lafta da olsa hiç olmadığımız kadar birbirimize bağlıyız. Ama istatistiklere göre aynı zamanda hiç olmadığımız kadar yalnızız.
Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May, yakın zamanda bir yalnızlık bakanı atadı.
Avustralya’da Yalnızlığı Sonlandırma Koalisyonu kuruldu.
Her beş Amerikalıdan biri kendini nadiren diğer insanlara yakın hissettiğini ya da hiçbir zaman yakın hissetmediğini belirtiyor.
20.000 katılımcıyla gerçekleştirilen bir çalışmaya göre katılımcıların neredeyse yarısı bazen ya da her zaman kendini yalnız hissediyor.
Bizi birbirimize bağladığını sandığımız tüm o teknolojiler aslında bizi birbirimizden uzaklaştırıyor.
Yalnızlık hakkında bilmeniz gerekenler
Yalnızlık, birçok insanın düşündüğünün aksine, dış faktörlerden bağımsız, içsel bir durumdur.
Aslına bakarsanız yalnızlığın, çevrenizde olup bitenlerle hiçbir ilgisi yok.
Kalabalıklar içindeyken, yatakta partnerinizin yanında uzanırken, bir partide eğlenirken veya ofisinizde çalışırken bile yalnızlığı en derinlerinizde hissedebilirsiniz.
Ya da insanlardan milyonlarca kilometre uzakta bir başınızayken bile tüm dünyayla aranızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunun farkına varabilirsiniz.
Yani yalnızlık, içinde bulunduğumuz koşullarla değil, bu koşullara nasıl tepki verdiğimizle ilgilidir.
Aslında yalnızlıktan değil, sıkılmaktan korkuyoruz
Dişimizi fırçalarken mesajlarımıza göz atıyoruz. Metroda giderken telefonumuzdan müzik dinliyoruz. Asla öylesine durmak istemiyoruz; kendimizi her zaman bir şeyler yapıyor olmak zorunda hissediyoruz.
Asla kendi isteğimizle kendimizi can sıkıntısının kollarına atıvermiyoruz. Çünkü o can sıkıntısının bizi alıp götürebileceği yerlerden çok korkuyoruz.
Gerçekten sessizliğe gömüldüğümüzde kafamızın içinde duyabileceğimiz sesler ödümüzü koparıyor. Umutlarımız, hayallerimiz, utanç verici anlarımız, başarısız olma korkumuz gözümüzün önüne gelir diye aklımız çıkıyor.
Sürekli olarak oyalanmak istiyoruz. Oyalanmayı bırakıp kendimizle baş başa kalmak gözümüzü korkutuyor.
Bu korkulardan kaçmak için de kafamızı dağıtacak bir şeyler bulup bizi rahatsız eden her şeyi susturmaya çalışıyoruz. Ama bunları susturmak, sorunları tümüyle ortadan kaldırmıyor.
Bağlantımız var ama bağımız yok
Batı dünyası olarak öve öve bitiremediğimiz, birbiriyle çelişen iki ilkemiz var:
1. Kendinizi tanıyın.
2. İnsanlık, doğası gereği sosyaldir.
Mutluluk içten gelir diyoruz. Ama kimse nasıl kendimizle baş başa kalacağımızı öğretmiyor.
Çocuklarımıza sosyal olmayı öğretmek için çabalayıp duruyoruz. Onları oyun gruplarına gönderiyor, oyun günleri düzenliyoruz. “Küfür etmeyin, kavga etmeyin, birbirinize nazik davranın.” diye öğütler veriyoruz. Ama tüm bunların arasında çocuklarımıza kendileriyle baş başayken mutlu olma becerisini aşılamayı unutuyoruz.
Özsaygıyı göklere çıkarırken aslında en çok sevmemiz gereken insanla, kendimizle, zaman geçirmenin önemini arka plana itiyoruz.
Yalnızlığın getirdiği mutluluk
Modern dünyada gerçekten yalnızlığı yaşayabilmek neredeyse imkânsız. Belki de bu yüzden bazıları için yalnızlık, elde etmesi zor bir ayrıcalık haline geldi.
Mesela, çocuğunuzu odasına göndermek sizce bir ceza mı?
How To Be Alone (Yalnız Kalma Yolları) kitabının yazarı Sara Maitland’a göre bu bir ödül olmalı:
“[Çocuğunuzu odasına göndermek] ‘O kadar uslu davrandın ki şimdi odana gidip kendi başına kalabilir ve dilediğini yapabilirsin!’ demek gibi olmalı.”
Bazı insanlar tamamen yalnız bir hayat sürmeyi tercih ediyor. Bazılarıysa aradıkları cevapları bulmak ya da sorunlarına çözüm getirmek için bazen yalnız kalıp kafa dinlemeyi seçiyor.
Ben de Jotform’un ilk yıllarında kendimle hiç olmadığım kadar çok baş başa kaldım. Neyse ki benimkisi, Alaska’nın orta yerinde internetten uzakta insanın iliklerine işleyen bir yalnızlık değildi.
Bazı günler kendimle belirli bir süre yalnız kaldıktan sonra paniğe kapılmaya başlıyordum. Ama zamanla ilk başlarda hissettiğim bu rahatsızlık duygusuna direnmeyi öğrendim. En başarılı fikirlerimin çoğu bu duyguya karşı koyabildiğim zamanlarda aklıma geliyordu. Jotform’u 4 milyondan fazla kullanıcısı olan bir platforma dönüştürmemin ardındaki en önemli duygu can sıkıntısı oldu.
Yalnız kaldığınızda düşüncelerinizi esnetecek, bakış açınızı genişletecek ve bunun sonucunda da yaratıcılığınızı zirveye çıkaracak alanı kazanmış olursunuz.
Zat Rana, bu süreci şöyle açıklıyor:
Kendinizle baş başa kalmak ve kafanızı dinlemek için zaman ayırdığınızda çevrenize karşı kendinizi zorlayarak ulaşamayacağınız bir yakınlık hissediyorsunuz.
Dünya gözünüze daha zengin geliyor, perdeler bir bir açılıyor ve her şeyi gerçekte olduğu gibi, eksiğiyle, fazlasıyla, tüm çelişkileriyle ve farklılıklarıyla görmeye başlıyorsunuz. Yüzeyde en çok ses çıkaran şeye odaklanmak dışında dikkatinizi verebileceğiniz başka şeyler de olduğunu öğreniyorsunuz.
Yalnızlığı fırsata dönüştürmek
Yalnız kalmaktan korkuyoruz çünkü yalnız kaldığımızda, ne kadar küçük olduğumuzu, dünyanın biz olsak da olmasak da dönmeye devam edeceğini daha iyi anlıyoruz. Daha yaşarken, biz ölünce dünyanın nasıl olacağını görüyoruz adeta.
İşte tam da bu yüzden, yalnız kalabilmek için içinizden gelen büyük bir güce ihtiyacınız var. İnsanlarla etkileşime geçmediğinizde buhar olup havaya karışmayacağınızı kabullenmek için güçlü olmanız gerekiyor.
Bahsettiğimiz bu içsel gücü, bilinçli pratikle geliştirebilirsiniz. Her korkuda olduğu gibi yalnızlık korkunuzu da yenmenizin tek yolu onunla yüzleşmektir. Günde, haftada ya da ayda 10 dakika yalnız kalarak başlayıp bu süreyi yavaş yavaş 20-30 dakikalara çıkararak kendinizi bu duyguya alıştırın.
Hiçbir şey yapmamanın size vereceği gücü azımsamayın.
Kendinizi can sıkıntısının kollarına bırakmak başta size rahatsız edici gelebilir. Ama ilk başlarda hissettiğiniz bu duyguya karşı koyabilirseniz kısa bir süre sonra o duygunun hafiflediğini göreceksiniz.
52 Hertz balinasının asıl ilginç yanı yalnızlığı değil. Sonuçta bir balina yalnız olamaz; yalnızlık insanların uydurduğu bir duygu, değil mi? Bu balinayı diğer türlerden ayıran asıl özellik kendine olan güveni ve yukarıda bahsettiğimiz gücü kendi içinde bulabilmesi.
Bu balina o kadar güçlü ki başka hiçbir canlıya ihtiyaç duymadan yıllardır hayatta kalabiliyor.
Neyse ki bizim için yalnızlık her zaman bir seçim olacak ve asla bir yaşam biçimine dönüşmek zorunda kalmayacak. Çünkü insan, doğası gereği sosyal bir varlıktır.
Yalnızlığın kollarındayken korku duymak yerine içimizdeki gücü keşfetmeyi başarabilirsek hem kendi başımıza hem de çevremizdeki insanlarla birlikte dolu dolu bir hayat sürme şansını yakalayabiliriz.
Yorum Gönder: